Klasik koşullanma hangi ders ?

Ilayda

New member
Klasik Koşullanma: Hangi Derse Ait? Zihnimizin "Programlanması" Üzerine Cesur Bir Eleştiri

Selam forumdaşlar!

Bugün, klasik koşullanma konusunu ele almak istiyorum. Hadi biraz cesur olalım, bu konu üzerine gerçekçi ve eleştirel bir bakış açısı getirelim. Klasik koşullanma, psikolojinin temel taşlarından biri olarak derslerde öğretiliyor, ama aslında bu kavramın düşündüğümüz kadar saf ve masum olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu yazıda, klasik koşullanmanın sadece bir öğrenme modeli değil, aynı zamanda toplumsal ve bireysel koşullanmayı pekiştiren bir araç olarak nasıl işlediğine dair bazı keskin görüşlerimi paylaşacağım.

Özellikle, erkeklerin analitik ve stratejik bakış açıları ile kadınların daha empatik ve insan odaklı bakış açılarını nasıl birleştirebiliriz? Klasik koşullanma bize sadece davranışları nasıl değiştireceğimizi değil, toplumun nasıl daha iyi yönetilebileceğini de öğretmiyor mu? Sorularım çok, tartışmaya başlayalım!

Klasik Koşullanma: Temel Kavramdan Öte Bir Gerçeklik Mi?

Klasik koşullanma denildiğinde, genellikle Pavlov'un köpek deneylerinden ve Watson'ın çocuk üzerine yaptığı çalışmalarından bahsedilir. Bu deneyler, basitçe bir uyarıcıya (örneğin, zil sesi) yanıt olarak başka bir tepki (örneğin, salya akıtmak) yaratılmasını ifade eder. Peki, bu psikolojik modelin sadece bireysel davranışları açıklamakla kalmayıp, daha büyük sosyal yapıları ve insanlar arasındaki etkileşimleri de şekillendiren bir sistem olduğunu kimse sorguluyor mu?

Gerçekten de klasik koşullanma, bireyleri tek tek analiz ederek bir davranışı şekillendirebilir. Ancak bu model, toplumsal bağlamda düşündüğümüzde oldukça dar bir perspektif sunuyor. Evet, belli bir uyarana karşı belli bir tepki vermek öğretilir, ama bu "öğretme" süreci neden yalnızca bireyde kalır, toplumda bir değişim yaratmaz? Bir köpeğin zil sesine salya akıttığını görmek, toplumda da kişilerin nasıl "koşullandırıldığını" görmekle aynı şey değil mi? “Sistem”in kölesi haline gelmiş bireyleri yetiştirmiyor muyuz?

Klasik koşullanmanın zayıf yönlerinden biri de tam olarak burada devreye giriyor: Sadece bireysel davranışları modellemekle kalmayıp, bu modelin toplumsal yapıyı ve kolektif bilinçaltını nasıl şekillendirdiği üzerinde çok fazla durulmuyor. Bizi toplum olarak sadece uyarıcılara yanıt veren köleler haline getiren bu sistemin, eğitimdeki yeri nedir? Öğretmenlerin, ebeveynlerin ve medyanın kullandığı koşullandırma yöntemleri, toplumun "sisteme uyum sağlamış" bireyler yetiştirmesinin önünü mü açıyor?

Erkeklerin Stratejik ve Probleme Dayalı Bakışı: Koşullanmanın Oyun Alanı

Erkeklerin, genellikle daha stratejik ve problem çözme odaklı bir bakış açısına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Klasik koşullanmayı bu bağlamda ele alırsak, erkekler çoğunlukla bu süreci daha çok bir "oyun" gibi görürler. Evet, bir uyarıcıya verilen tepkiyi değiştirmek teknik olarak mümkündür, ancak erkekler için buradaki önemli şey bu sürecin verimliliği ve nasıl optimize edilebileceğidir. Klasik koşullanma, bir oyun teorisi gibi; doğru stratejilerle, davranışları ve sonuçları tahmin edebilmek mümkün.

Bir erkek, klasik koşullanmayı şöyle algılayabilir: "Eğer doğru şekilde şartlanırsam, hedefe ulaşmam daha kolay olacak." Koşullanma sürecinde, öğrenilen davranışların sonuçları üzerinde hesaplamalar yapmak ve daha verimli olabilmek için bu hesapları doğru yapmak önemli olacaktır. Herhangi bir sınavda başarıya ulaşmak için bu stratejiyi uygulayabilirsiniz; ancak bu yaklaşım, toplumsal bağlamda bizi köleleştiriyor olabilir mi?

Erkeklerin klasik koşullanmaya yaklaşımı, hedefe odaklıdır. Eğer o hedef, bireysel başarıysa, stratejiye dair her şey kabul edilebilir. Ancak toplumsal bağlamda, bir kişinin yalnızca verimli çalıştığı ya da tepki verdiği uyarıcıları doğru şekilde aldığı sürece başarılı olacağını söylemek, biraz yanıltıcı olabilir. Birey, ancak toplumda sağlanan fırsatlar ve dışsal koşullar göz önüne alındığında, gerçek anlamda başarılı olur.

Kadınların Empatik ve İnsan Odaklı Bakışı: Koşullanmanın Psikolojik Yükü

Kadınlar genellikle daha empatik bir bakış açısına sahip oldukları için, klasik koşullanmayı daha çok insanların psikolojik yanıtları ve toplumsal etkileri bağlamında değerlendirirler. Her ne kadar davranışlar koşullandırılabilse de, kadının bu süreçle ilgili duygusal yükünü hesaba katmak oldukça önemlidir. Kadınlar, toplumda belirli rollerle şekillendirilirken, klasik koşullanma bu rollerin pekişmesine neden olabilir. Örneğin, bir kadın sürekli olarak "iyi bir anne" ya da "başarılı bir eş" olmaya yönelik bir koşullandırma sürecine tabi tutulabilir. Bu, onun bireysel kimliğini değil, daha çok toplumsal normları besler.

Koşullanma, sadece bireysel bir davranış değişikliği yaratmakla kalmaz, toplumsal baskıları da derinleştirir. Kadınlar, koşullandırıldıkları uyarıcılara verdikleri yanıtlarla, kendilerini her zaman başkalarının beklentileri doğrultusunda şekillendirirler. Mesela, bir kadının eğitimde başarılı olma beklentisi, sadece kendi hedeflerinden değil, toplumun ona biçtiği "ideal" kadın kimliğinden kaynaklanabilir. Bu koşullanma, kadının duygusal sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir.

Kadınlar, bu koşullanmanın farkında olduklarında daha büyük bir sorumlulukla karşılaşırlar: Kendi isteklerine ve hedeflerine, toplumsal baskılara karşı çıkmak gerekir. Ancak toplumun koşullandırması, ne yazık ki bu çıkışı zorlaştırır. Klasik koşullanmanın zayıf yönü burada da kendini gösteriyor: Kişiye özgürlük alanı bırakılmıyor. Kadınların yaşadığı bu baskı, onların sadece bir uyarıcıya verdiği tepkiye indirgenemez; toplumun inşa ettiği gerçeklik içinde sıkışıp kalırlar.

Sonuç: Klasik Koşullanma, Sadece Bir Model Mi?

Klasik koşullanma, kişisel düzeyde etkin olabilir, ancak toplumsal açıdan ne kadar sağlıklı ve sürdürülebilir olduğu tartışmalı. Bu modele, sadece bir öğrenme teorisi olarak bakmak, onu derinlemesine anlamak için yeterli değil. Koşullandırma, yalnızca bireyleri değil, toplumu ve kolektif düşünme biçimlerini de etkileyen bir süreçtir. Sonuçta, bizler "koşullandırılmış" bireyler olarak, bu süreçten nasıl etkilendiğimizi sorgulamadan sadece tepkiler veriyoruz.

Peki sizce, klasik koşullanma modern toplumda bizi daha özgürleştirebilir mi, yoksa toplumun dayattığı baskıları daha da mı pekiştiriyor? Koşullanma gerçekten öğrenmeyi mi yoksa sadece daha fazla itaat etmeyi mi sağlıyor?

Yorumlarınızı ve fikirlerinizi bekliyorum!